Huis Clos/No exit/Gizli Oturum! JEAN PAUL SARTRE

in #art6 years ago

DSC_1209.JPG

                            GİZLİ OTURUM

YAZAR: JEAN-PAUL SARTRE
ÇEVİRİ: IŞIK M. NOYAN

  1. JEAN PAUL SARTRE ( 1905-1980 )

1.1 HAYATI

1905 yılında Pariste varlıklı bir burjuva ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi Anne-Marie Schweitzer Alsance kökenli burjuva bir ailenin kızı, babası Jean-Baptiste ise deniz subayıdır. Sartre 15 aylıkken babası humma hastalığından hayatını kaybeder.Jean Baptiste nin ölümü ardından Sartre ve annesi Meudon’ daki büyükbabasının evine taşınırlar. Bu evde yaşamak Sartre ve annesi için kolay değildir. Büyükbabası Anne-Marie ' yi hastalıklı bir adamla yanlış bir evlilik yapmasından ötürü sürekli suçlar. Bu yıllarda Sartre annesinin evdeki konumunu iyi duruma getirmek için ve büyükbabasını memnun etmek için sürekli rol yapar.
''gerçek kişiliğim ve adım büyüklerin elindeydi; kendimi onların gözüyle görmeyi öğrenmiştim; çocuk, yanipişmanlıklarıyla yarattıkları şu canavar idim ben, bir düzenbaz idim. oynadığını bilmeden oyunoynayabilir mi insan” Sözcükler sf 51
Sartrer ın büyükbabası ve büyükannesinden sevgi görememesi onu buhrana itti ve inançlarını sorgulamasını sağladı.
"Ben inançsızlığa, dogmaların çatışması sonunda değil, büyükbabamla büyükannemin ilgisizlikleriyüzünden vardım.
Bununla birlikte, inanıyordum: gecelikle, yatağımın kenarına diz çöküp, ellerimi birleştirip, her gün dua ediyordum, ama gittikçe daha seyrek düşünüyordum Tanrı'yı.Din adamlarından nefret etmezdim: onlar benimle konuşurken, yumuşak, tinsellik dolu bir yüz takınır,kendinden geçmiş, iyi dileklilik havasına bürünür, özellikle Mme Picard'da ve annemin öteki müzikçi yaşlı dostlarında pek beğendiğim derin bir bakışla bakarlardı insana; benim yerime onlardan nefreteden büyükbabamdı. Beni rahip dostunun ellerine teslim etmeyi ilk o düşünmüştü, ama perşembeakşamları kendisine getirilen küçük katoliği kaygıyla süzer, gözlerimde papa-severliğin gelişimini ararve benimle bol bol eğlenirdi.Daha birkaç yıl, Tanrı ile açık ilişkilerimi sürdürdüm; kendi başıma kalınca artık aramaz oldum onu. Yalnız bir kere, o'nun varolduğu duygusuna kapıldım. Kibritlerle oynamış, küçük bir halıyı yakmıştım; Tanrı beni gördüğünde, müthiş cinayetimi örtbas etmekle uğraşıyordum, kafamın içinde ve elleriminüzerinde bakışını hissettim; feci derecede ortada olan, canlı bir hedef gibi dönüp duruyordum banyokarşısında köpürdüm, küfrettim,büyükbabam gibi: "hey allahım, ya rabbim, hay allahım, ya rabbim" diye mırıldandım. Bundan sonra hiç bakmadı bana.Başarısızlığa uğramış bir Tanrı denemesini anlattım size: Tanrı'ya ihtiyacım vardı, verdiler, ne aradığımı bilmeden aldım o'nu. Yüreğime kök salmadığı için, bir süre sıkıntıyla yaşadı içimde, sonraöldü. Bugün bana O'ndan söz edildiğinde, eski bir güzele rastlayan yaşlı bir delikanlının üzüntüsüzgönül hoşluğuyla "elli yıl önce, o anlaşmazlık, o yanılma olmasaydı, aramızda bir şeyler olabilirdi"diyorum. Hiçbir şey olmadı." - Sözcükler sf 62
12 yaşına kadar büyükbabasının evinde büyüyen sartre zamanının çoğunu büyükbabasının kütüphanesinde kitap okuyarak geçiriyordu. Yazmayı ve okumayı ondan öğrendi. Bu yıllarda şiir ve roman denemelerinde bulundu ancak kendi yazınlarını beğenmedi . Fakat yazmaya bu yıllarda karar verdi. Anne-Marie 12 yılın ardından evlendi ve Sartre ıda alarak Le Rochelle' ye taşındı. Le Rochelle lisesine başladı fakat olgunluk sınavını Louis Le Grand lisesinde verdi. Daha sonra eğitimine Fransanın ünlü okulu Ecole Normale Superieurede devam etti. Sonra, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde eğitimini sürdürdü.
Felsefe öğretmenliğini birincilikle bitirdi. 1929 da felsefe doktorası yaparak mezun oldu. Bu yıllarda daha sonraları hayat arkadaşı olan Simone de Beauvoir'la tanıştı.Hiçbir zaman evlenmediler. Evlilik onlar için özgürlüklerini kısıtlayan ve onları toplumsal normların içine alan bir kurumdu. Onların ilişkilerinde ikisininde hayatına başka sevgililer girebilir ve başkalarıyla cinsel yaşam sürdürülebilirdi.
1931 yılına kadar Sartre Fransız ordusunda görev aldı.
1931-1936 yılları arasında La Havre lisesinde öğretmenlik yaptı. Öğretmenliğin onun yazarlığını etkilediğini düşünen Sartre öğretmenliğe ara verdi ve 1936 da ilk kitabı olan ''İmgelem'' kitabını yayımladı.Ardından, "Ego Alışkanlığı" (1937), "Bulantı" (1938) ve "Duvar" (1939) adlı kitaplarını yazdı.
1940 yılında Paris e geri döndü. II. Dünya Savaşı' nın başlamasının ardından Almanlar tarafından tutuklandı. Tutuklu kaldığı zamanlarda bir Alman düşünür ve bir Nazi olan Martin Heidegger'in kitaplarından etkilendi .'' Sinekler'' oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Sartre; sağ gözünde kısmi körlük olmasından dolayı serbest bırakıldı ve Paris e geri dönmesine izin verildi ve Direniş Hareketleri'ne katıldı. ''Varlık ve Hiçlik'' ide bu yıllarda yazdı.
1944 yılında Albert Camus ile birlikte Fransız gazetesi olan ''Combat'' için çalıştı.
1945 te öğretmenliği tamamen bıraktı. ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Sartre savaş sonrası dönemdede politik etkinliğini sürdürdü.
Soğuk savaş dönemi boyunca Sovyetler Birliğini desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e yürüttüğü savaşa karşı çıkmıtır.
1946 yılında ''Saygılı Yosma'' ve ''Mezarsız Ölüler'' i yazdı.
1948 yılında ''Kirli Eller''i yazdı.
Sartre gençliği yozlaştıran, ahlaksızlığa iten biri olarak görülüyordu. Yeni ve sistem açısından tehlikeli olan bir felsefesi vardı. 1948 de bütün kitapları katolik kilisesinde yasaklandı.İnsanları ahlaksal anarşiye sürüklediği düşünülen ''Gizli Oturum'' ingilterede yasaklandı.
1952-1956 arası Sovyet propagandasının sözcüsü ve ABD nin eleştiricisiydi.
1956 da Macaristanın işgali gerçekleştiğinde daha eleştirel bir tutum sergiledi. Sovyetler Birliği hakkında yalan söylemiş olduğunu 20 yıl sonra kabullendi.
1957 yılında '' Les Temps Modernes '' dergisinde ''Yöntem Sorunu'’ adıyla yayımlanan ‘Varoluşçuluğun Bugünkü Durumu’' yazısında Sovyetler Marksizmini eleştirdi.
1960 yılında ‘Diyalektik Aklın Eleştirisi'' adlı kitabında Marksizm ve Varoluşçuluk arasındaki ilişkiden söz etti.
1960 yılında Sartre politik nedenlerden ötürü dünyanın birçok yerini dolaştı. Che Guevara ile tanştı. Komünizm destekçisi olmasına rağmen hiçbir partide çalışmadı ve bu yıllarda sovyetler birliğine ziyaretlerde bulundu.Ancak "121'lerin Bildirgesi" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961- 1962 yıllarındaki büyük gösterilere katılmıştır.
1964 yılında otobiyografisi olan '' Sözcükler '' kitabı için kendisine Nobel Ödülü verilmek istendi ancak Sartre bu ödülü reddetti.
1966-1967 yılları arası Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulan Russell Mahkemesi'nin Başkanlığını yaptı. Mısır ve İsraili ziyaret edip Vietnam üzerine konferanslar verdi.
1968 hareketlerini destekledi. Eylemlere katıldı.
1970 yılında sol bir dergi dağıtırken kısa süreliğine tutuklandı.
1970 ve 1973 yıllarında kalp kirizi geçirdi.
1973 yılında Liberation adlı gazeteyi kurdu.
1974 yılında gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı ancak insan hakları konusunda duyarlılığını sürdürdü.
15 Nisan 1980 ' de Pariste sağlık sorunları nedeniyle yaşamını yitirdi.

OLUŞUM
1968 Mayıs ve Haziran aylarında, Fransa'da Sorbonne Üniversitesi'nde tutucu De Gaulle iktidarına karşı öğrenciler tarafından başlatıldı. Daha sonra işçilerinde destek vermesiyle siyasal sonuçlara ulaşıldı. Fransa’daki Mayıs 1968 olaylarının en belirleyici yönü 13 mayısta başlayan, ülkeyi birkaç hafta boyunca felç eden genel grev olmuştur. Özellikle üniversite öğrencilerinin ayaklanması, grevlere ve yaygın bir toplumsal bunalıma yol açarak devlet üst yönetimini tehlikeye soktu. Gün boyunca yüz binlerce öğrenci ve işçi tüm ülkede sokak yürüyüşlerine katıldı. Basında yayınlanan rakamlara göre Paris’teki yürüyüşe bir milyon kişi katıldı. Sıkça Enternasyonal marşı söylendi ve her tarafta kızıl bayraklar dalgalandı, sendikalar polisin zor kullanmasını protesto etmek için öğrencilerle birlikte gösteri yaptılar. Bunalım artık yeni bir boyut kazanmıştı sonra öğrenci ayaklanmasının ardından gerçek bir sosyal bunalım geldi. Ayrıca Latin Amerikalı devrimci Ernesto Che Guevera’nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi de bu olayların başlangıcına neden olarak gösterilebilir.
SONUÇLARI
Hareket sonrası yapılan seçimlerde tekrar De Gaulle iktidara geldi. • Toplumda geleneksel kuralların reddedilmesi ve otoritenin sorgulanmasına yolaçan "özerklik", "kişisel gelişim", "yaratıcılık" ve "bireye önem verilmesi" gibi yeni değerler ortaya çıkmıştır. • 1970-1975 yıllarında, ahlaki kurallar tartışmaya açılır. Bu bağlamda cinsel özgürlük ve feminizm gelişir. • Komünizme inanç azalır ve solcu çevrelerde kötümserlik ağırlık kazanır. • Eğitim alanında gelişmeler görülür. Öğrenci artık bir "çırak" olarak değil, kendi eğitimi konusunda söz hakkı olan bir "birey" halini alır. Eğitimde ifade özgürlüğüne, tartışmaya daha çok yer verilir. Öğrenci ve ebeveynler okul meclislerine dahil olur. • Kilise sarsılır. Bundan sonra, dinin gereklerini yerine getirenlerin sayısında kaydadeğer azalma görülür.
Eylemler sırasında atılan ve duvarlara yazılan sloganların bazıları ;
Anarşist temaları şu sloganlarda görebiliyoruz:
-Yıkma tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir güdüdür (Bakunin)
-Yasaklamak yasaktır
-Özgürlük bütün suçları bastıran bir suçtur
-Seçimler: ahmaklar için tuzaklar
-Kabalık devrimin yeni koludur
Bu sloganlar cinsel özgürlük temalı sloganlarla tamamlanıyordu:
-Birini ve herkesi sevin
-Zihniniz ne kadar çok açılıyorsa, fermuarınız o kadar çok açılıyordur
-Ne kadar çok sevişirsem, o kadar çok devrim yapmak
istiyorum. Ne kadar çok devrim yaparsam, o kadar çok sevişmek istiyorum.
Durumcu perspektif ise şu sloganlarda görülebilir:
-Kahrolsun tüketici toplumu
-Kahrolsun meta toplumu
-Yabancılaşmayı ortadan kaldırın
-Asla çalışma
-Arzularımı gerçeklik olarak kabul ediyorum çünkü arzularımın gerçekliğine inanıyorum
-Açıktan ölmenin kesinliğinin yerini sıkıntıdan ölme ihtimalinin alacağı bir dünya istemiyoruz
-Sıkılmak karşı-devrimcidir
-Zaman öldürmeden yaşa ve engellenmeden oyna
-Gerçekçi ol, imkansızı iste.
-Koş yoldaş, eski dünya arkanda
-Gençler sevişir, ihtiyarlar müstehcen jestler yapar
-Barikatlar sokağı kapiyor ama yolu açıyor
-Bütün düşüncelerin sonuçu çevik kuvvetin boğazındaki
tuğladır
-Kaldırım taşlarının altında kumsal var
1.2. YAZARIN DİĞER ESERLERİ
-İMGELEM (1936)
-EGO'NUN AŞKINLIĞI (1937)

  • BULANTI(1938)
    -DUVAR(1939)
    -VARLIK VE HİÇLİK(1943)
  • SİNEKLER (1943)
    -GİZLİ OTURUM (1944)
    -ÖZGÜRLÜĞÜN YOLLARI 1: AKIL ÇAĞI (1945)
    -ÖZGÜRLÜĞÜN YOLLARI 2: YAŞANMAYAN ZAMAN (1945)
    -ÇARK(1946)
    -MEZARSIZ ÖLÜLER(1946)
    -SAYGILI YOSMA (1946)
    -VAROLUŞÇULUK HÜMANİZMDİR(1946)
    -YAHUDİ SORUNU (1946)
    -EDEBİYAT NEDİR? (1947)
    -BAUDELAIRE (1947)
    -İŞ İŞTEN GEÇTİ (1947)
    -KİRLİ ELLER (1948)
    -SİYASET ÇARKI (1948)
    -ÖZGÜRLÜĞÜN YOLLARI 3: YIKILIŞ (1949)
    -ŞEYTAN VE YÜCE TANRI (1951)
    -AZİZ GENET (1952)
    -YÖNTEM ARAŞTIRMALARI (1957)
    -ALTONA MAHPUSLARI (1959)
    -DİYALEKTİK AKLIN ELEŞTRİSİ (1960)
  • VAROLUŞÇULUK (1960)
    -ESTETİK ÜZERİNE DENEMELER (1964)
    -SÖZCÜKLER (1964)
    -FLAUBERT 1 (1971)
    -FLAUBERT 2 (1972)
    -AYDINLAR ÜZERİNE (1972)
    -SARTRE SARTRE'I ANLATIYOR (1976)
    -TUHAF BİR SAVAŞIN GÜNCESİ (1983)
    -AHLÂK İÇİN DEFTERLER (1983)
    -FREUD SENARYOSU (1984)

YAZARIN DİĞER TİYATRO YAPITLARI HAKKINDA BİLGİLER

1.1.1 SAYGILI YOSMA(1946)
Oyunda beyaz bir hayat kadını olan ve tecavüze uğradığı iddia edilen Lizzie' nin seçimlerinin duygusal ve toplumsal yönden manipüle edilişini görürüz. Trende kavga eden beyaz adam Senatörün yiğenidir ve kavga sırasında siyah adamlardan birini vurur. Hapse girmemek için ve senatörün ismini lekelememek için siyah adamların beyaz kadına tecavüz ettiği öne sürerler.
Hayat kadını olduğu için '' şeytan '' olan kadını, üst sınıfa ait başka bir kadının duygularını kullanarak yalan ifade vermeye zorlarlar. Oyunun her satırında amerikadaki ırkçılık ve sınıf çatışmalarına dikkat çekilir. Oyunda irdelenen sorunsal; toplum içinde kaybolmuşluk, genel ahlak ve düzen kurallarına karşı savaş vermek, kendini gerçekleştirmek, var etmek üzerinedir.

1.1.2 KİRLİ ELLER (1946)
1948 yılında, önce Pariste daha sonra dünya sahnelerinde oynanan Kirli Eller, o dönemin siyasi partilerinin iç ilişkilerini, değişken yapılarını bütün açıklığıyla gözler önüne serer.Sartre, bu oyunu ile parti içindeki kirli oyunları, hesaplaşmaları ortaya çıkarmayı hedefler. Aynı amaç için bir araya gelen insanların, değişen şartlara ve olaylara göre sol gösterip sağ vurmalarını, yani yön değiştirmelerini anlatır.
Ellerini kirletmekten ne kadar korkuyorsun. Peki öyle ise temiz kal! Temizlik fakirlere ve papazlara göredir. Benim ellerim kirli, hem de dirseğime kadar. Onları hem lağıma soktum hem de kana buladım. İdare mekanizması masum olarak yürütülür mü sanıyorsun??
Oyun, parti içindeki yöneticilerin insanlık adına çalışanları kullanmasını ve öldürmek , yok etmek eylemlerini zafere giden yolda meşru göstermesini eleştiriyor. Bu eylemlere yönlendirilen insanlar ise kullanıldıklarını fark ettiklerinde iş işten geçmiştir artık.

1.1.3 MEZARSIZ ÖLÜLER (1946)
Sartre bu oyununda yaşamın temel çelişkisi olan varlık ve hiçlik üzerinde duruyor.Oyunda bir köyü ele geçirmeye çalışan fransız direnişçilerin girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması sonucu Alman taraftarı olan Fransız milislerinin eline geçmesi konu edilir. Bu kişiler karmakarışık eşyalarla dolu bir tavan arasında sorguya çekilir. Oyun bu sorguyu bekleme anıyla başlar. Lücie, Jean‟ı sevdiği için duygusal bir nedenle direnişçilere katılır. Kendi başına karar veremediğinden özgür değildir. Oyun süresince lucie karakterinin değiminine dikkat çekilir Lucie işgence gördükten sonra kendisini sorgulamaya başlar. Kendisine yabancılaşır ve '' hayvanlaşmak '' istediğini söyler. Direnişçiler gerekli bilgiyi verdikten sonra dışarı götürülürken öldürülür. Sartre bu ölümü daha insanca bulur. Oyunun finalinde direnişçiler ölseler bile ne istediklerini bilerek ölürler artık özgürdürler.

1.1.4 SİNEKLER (1943)
Oyunda babası kral agamemnon 'u öldürten annesi ve onun sevgilisi Aigisthos'dan intikam almak için kentine geri dönen Orestes konu edilir.Aigisthos ,Orestesin ölüm emrini vermiş ancak o öldürülmemiştir. Kralın kızı Elektrayıda 6 yaşından beri hizmetçi olarak kullanmaktadır. Oyun Orestes'in Argos kentine ziyarete bir yabancı gibi gelmesiyle başlar. Halk kral agamemnon 'un öldürülmesine karşı durmadıkları için pişmanlık duymaktadır, halkın pişmanlık duymasından dolayı ülke tanrılar tarafından lanetlenmiştir. Şehrin üstündeki sinekler lanetlenmenin işaretidir.Orestes ve kardeşi Elektra annesini ve sevgilisini öldürtür. Orestes özgürce yaptığı seçimden pişmanlık duymaz ancak Elektra pişman olur. Jüpiter pişmanlıklardan beslenen bir
Tanrıdır. Bu nedenle Jupiter karakteri Elektranın pişmanlığını kullanarak onu kulu haline getirir. Oyunun sonunda Orestes halkın tüm pişmanlıklarını kendi üstüne aldığını açıklar. Ancak ülkenin başına geçmeyi reddeder. Halkı pişmanlıklarından arındırıp ülkeyi terk eder. Sartre bu oyunda özgürce yapılan seçimlerin sorumluluğunun üstlenilmesini , pişmanlık duyulmaması gerektiğini vurgular.

1.1.5 ŞEYTAN VE YÜCE TANRI (1951)

Oyunun başkahramanı Goetz’dir. Onun yanında diğer önemli karakterler; Nasty ve Heinrich’dir. Oyun 16. Yüzyıl Avrupa’sının önemli olaylarından olan “Alman Köylü Ayaklanması” sırasında geçiyor. Bu ayaklanmanın Luther hareketinin patlak vermesiyle aynı zamana denk gelmesi de önemli bir husus. Oyun içerisinde özellikle Nasty’nin bazı ifadelerinde tipik Protestan özelliklerini görmek mümkün (Rahiplik kurumunu kabul etmemesi ve her inanırın rahip olduğunu söylemesi gibi). Yine oyunda geçen Tetzel, Protestan reform hareketinin önemli ateşleyicilerinden olan tarihsel bir kişiliktir. Endüljans satmanın artık suyunu çıkarmış bir gezgin rahipti kendisi. Dolayısıyla, Luther ve arkadaşlarının, kilisenin bozulmuşluğu adına söylemlerini doğrulayan bir örnekti. Ama oyunun esasında bir Katolik-Protestan çatışması söz konusu değildir. Daha ziyade savaş, iyilik ve kötülük, insanların ahlaki seçimleri, zaman içerisinde bunları sorgulamaları ve Tanrı inancının tüm bunlarda ne şekilde değişik formlara büründüğüne odaklanılıyor. Ve sonunda -aslında Sartre’ın tipik varoluşçu anlayışı gereği- oyunun başkahramanı Goetz ’un geldiği nokta, Tanrı’yı öldürmek ve yaşamda tek başına savaşmaktır. Oyun içerisinde Kilisenin uygulamaları, batıl inançlarla insanların nasıl kandırıldığı tarzında eleştiriler de var, ama asıl önemli noktası Tanrı’nın insanla ilişkisidir. Sorun olarak görülen şey Tanrı inancının her işe göre yorumlanıp her şeyi meşrulaştırmak için kullanılabilmesi. Daha doğrusu Tanrı inancının bu avam üzerindeki etkisi. Kafası çalışan, düşünen insanlar için ise ana problem Tanrı’nın insana yol göstermemesi, onu tek başına bırakması ve insanın dinin önerdiği böyle bir Tanrı anlayışı ile hiçbir zaman O’nun kendisinin yanında olup olmadığını bilemeyeceğidir. Neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verememesidir. Dolayısıyla Tanrı anlayışı aslında yazara göre dünyada düşünen insan için bir bocalamadan başka bir şey getirmiyor, insanın yalnızlığını gidermiyor, aksine başka ekstra yükler yüklüyor.

                                                                                       2.        Jean Paul Sartre - Varoluşçuluk

-Cehennem Başkalarıdır
Genel olarak insan kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın ne olduğunu söylerse söylesin bu başkalarının onun hakkındaki düşüncesiyle karışık bir söylemdir. Bu nedenle çoğu kişi , insanların kendisi hakkındaki fikirleriyle yargılar kendini. Yada insanlar onu gördükleri, kendi bildikleri şekilde yargılar. Kim olduğumuza kendimiz karar vermek isteriz ve insanların bizi , bizim kendimizi tanımladığımız şekilde görmelerini isteriz. Ancak biz kim olursak olalım insanlar bizi kendi doğrularına göre yargılar. Bu noktada başkaları cehennemimiz olur.
“Bizim ötekilerle olan ilişkilerimizin hep zehirlenmiş, yasaklanmış ilişkiler olduğunu söylediğimi sandılar. Oysa bambaşka bir şeydi söylemek istediğim. Eğer ötekiyle olan ilişkilerimiz kısıtlayıcı, kusurluysa, o zaman öteki cehennem olabilir. Niçin? Çünkü kendimizde en önemli olan şey kendimizi tanımamızdır. Kendimle ilgili ne söylersem söyleyeyim, hep ötekinin yargısı ile karışır, ne hissedersem hissedeyim, ötekinin yargısı vardır. Eğer ilişkilerim kötüyse, tümden ötekinin egemenliği altında kalırım ve o zaman gerçekten cehennemdeyimdir.”
Jean Paul Sartre

2.1. Sorumluluk
Varoluşçuluğun ilk işi her insanı kendi varlığına kavuşturmak , varlığının sorumluluğunu da omzuna yüklemektir. Ne varki biz ''insan sorumludur'' derken yalnızca kendinden sorumludur demek istemiyoruz. '' Bütün insanlardan sorumludur '' demek istiyoruz. Çünkü insan yaptığı seçimlerle bütün insanlığı etkiler. Örneğin evlenmek , çocuk sahibi olmak istiyoruz. Bu evlenme sadece bizim durumumuzdan, tutkumuzdan yada isteğimizden doğsa bile yinede bununla yalnızca kendimizi bağlamış olmuyoruz , diğer insanlarıda tekli-evlenme yoluna sokmaya bağlamaya çalışmış oluyoruz. Sonuç olarak kendi özümüzü kendimiz oluşturduğumuz için yaptığımız eylemlerden ve bu eylemlerden etkilendiği için bütün insanlardan sorumluyuz.
2.2. Özgürlük
insan kendisi - için varlıktır; bilinç ve özgürlüktür. Sartre bu düşünceyi ve özgürlüğün kaçınılmazlığını, ''insan özgürlüğe mahkumdur '' sözüyle dile getirir. Hangi şart altında olursak olalım biz özgürüzdür ve kendi kararlarımızla hayatımızı yaratırız. İçinde bulunduğumuz belli bir duruma karşı alacağımız tavır, bizim gelecek hakkındaki tasarımızla yani projemizle anlam kazanır; davranışımız da bu tasarımıza uygun olarak ortaya çıkar. Tüm özgürlük, tüm sorumluluğu getirir. İnsan yaptığı seçimlerle özünü oluşturacağı için özgür olmak zorundadır. Bu noktada insan, özgürlüğüne mahkumdur.

                                3. VAROLUŞÇU TİYATRO

Varoluşçu düşünceyi yaymada kullanılan tiyatro türü. özellikle Sartre ve Camus'nun oyunları ile bilinir. Yapı olarak klasik oyun yapısındadır. İnsanın dışa ve kendine olan yabancılığı, yalnızlığı, kişinin davranışlarıyla var olduğunu, karar zorunluğu ve sorumluluğuyla kendini gerçekleştirdiğini savunan tiyatro türüdür. Varoluşçu tiyatro, saçmayı konu almasına rağmen, biçimsel olarak klasik oyun yapısına yönelmiştir.Oyun karakterleri sürekli olarak iç çatışmalar yaşarlar ve dünyanın düzenine kurallarına başkaldırırlar.Tüm insanlığı ilgilendiren sorunsallar birey üzerinden anlatılır. Simgesel anlatımlar kullanılabilir fakat bunlar kişilerin ve olayların gerçekçiliğini kırmamaktadır.

  1. GİZLİ OTURUM
    4.1 OYUNUN KONUSU

Oyun öldükten sonra cehenneme gelen üç kötü niyetli karakterin yaşantısını ele alır. Buraya geldiklerinde onları karşılayan bir de '' Garson'' karakteri vardır. Buraya gelen üç ana karakter ''Garcın'' , ''Estelle'' ve '' İnes'' dünyada çeşitli kötülükler yapmış olan ancak bunlardan pişman olmayan karakterlerdir.
Garcın; bir gazetenin yazı işlerinde çalışan ancak mücadeleden kaçan bir karakterdir.Kendi tepkisizliğini karısında gören Garcın yaşamı boyunca karısına eziyet etmiştir. Kahraman olmayı istemiş ancak bir korkak gibi ölmüştür. Savaştan kaçarken yakalanıp öldürülmüştür.
Estelle paraya ve arzulanmaya düşkün bir kadındır. Babasının zengin bir arkadaşıyla evlenmiş ancak sevgilisinden hamile kalmıştır. Kendi durumunu tehlikeye atmamak için bebeğini öldürmüştür. Zaatüre nedeniyle ölür.
İnes de diğer iki karakter gibi kötülüğü seçmiştir. Kuzeninin elinden sevgilisini almış , her ikisininde acı çekmesini sağlamıştır. Florance'ın her ikisi uyurken gaz musluğunu açmasıyla ölür.
İlk olarak odaya Garcın girer; kazıkları , işgence hunilerini sorar. Garcın karısına çeşitli işgenceler etmiş bir karakterdir. Beklediğinden farklı bir cehennem ile karşılaşmanın şaşkınlığı içerisindedir. Daha sonra İnes gelir , kendisini bir celladın beklediği fikrine kapılmıştır. Odaya son olarak Estelle gelir, o da kendisine bir oyun oynandığı düşüncesindedir. Üç karakteri biraraya getirdikten sonra Garson odayı terk eder. Bu üç karakter buraya tesadüfen yerleştirilmemiştir. Herbirinin bir diğerinin zayıf noktasına karşılık gelecek yapıda karakteri vardır. Bu noktada birbirlerinin cehennemi olmuşlardır.Dünyadaki eylemleriyle birbirini yargılarlar. Bu karakterler oraya neden getirildiklerini bilmektedirler ancak bundan pişmanlık duymamaktadırlar. Çünkü seçim yapmak bunu gerektirir. Üç karakterde daima kendi çıkarını düşünmekte , oradan ve bilinçlerindeki cehennemden kurtulma çabasındadırlar . Ancak bu mümkün değildir.Sartre'a göre geriye dönüş olanaksızdır ve insanı gerçekleştirdiği eylemlerden başka hiçbir şey tanımlayamaz. Onlar için ikinci bir şans yoktur ve geçmiş geride kalmıştır.

4.2 ANA TEMA VE YAN TEMALAR
Oyunun ana teması bilinçtir. İnsanların birbirlerinin cehennemi olması, kendinin cehennemi olması, özgürlüğü, korkuları ve özünü oluşturmak için yaptığı seçimler bunların hepsi bilincin bir ürünüdür. Öyle ki oyun karakterleri gerçek bir cehennemden bulunmayışlarına rağmen sıcaklık hissetmektedir. Bunun nedeni kafalarında oluşan cehennem imgesidir ve yine imgede bir bilinç ürünüdür. Bu nedenle oyun bilinçte geçmektedir.Tıpkı bu oyunun bile bir bilinç ürünü olması gibi.
Oyunun yan teması cehennemin başkaları oluşudur. Çünkü insan kendini ne olarak tanımlarsa tanımlasın bu onu kendi cehenneminden alıkoymayacaktır. Her birinin zaafları vardır ve her biri diğer karakterlerde bu zaafları gidermeye çalışacaktır. Diğer bir yan tema ise özgürce yapılan seçimlerden pişman olmamak gereğidir. İnsan seçimler yapar ve özünü oluşturur. Bu öz ne olursa olsun kendi seçimiyle oluştuğu için insan sorumluluğunu üstlenebilmelidir. Herkesin kendi ilkeleri olmalıdır.İnsanın kendi ilkelerine göre yaşaması yadırganamaz.
Bir diğer yan tema ise genel ahlak'ın olmayışıdır. Çünkü varoluşçuluğa göre doğru insan kalıbı yoktur.Dünyaya gelen her birey kendi özünü oluşturduğu için kimsenin bir benzeri yoktur. Herkes kendi doğrularını kendisi belirler. Böylelikle genel ahlaktan söz etmek mümkün değildir.

4.3 ASAL ÇATIŞMALAR
Oyunda Estelle , Garcın ve İnes karakterlerinin farklı hayat görüşleri ve bu görüşler arasındaki çatışmalar oyunun asal çatışmalarını oluşturur.

  1. GENEL KAVRAM OLARAK GİZLİ OTURUM VE VAROLUŞÇULUK ÜZERİNE
    Sartre'a göre varoluşçuluğun temellerini
    oluşturan birkaç cümle;
    Varoluşçuluk, hümanizmdir.
    Cehennem başkalarıdır.
    Aynı zamanda cehennem çevresini belirleyen insanların onları kendine saldırı unsuru olarak algılamasından dolayı kendidir.
    Herşeyin bir imgesini oluşturan insan bilincidir.
    Kendi özünü oluşturur.
    Eylem koyar ve eylem koymakta özgürdür.
    Varlık bu noktada özden önce gelir.
    diğer yandan;
    Varlık özden önce gelir.
    Bilinç açıkta duran bedendedir.
    Aşkın varlık bu açıkta duran bedenden uzakta bilinen bilenin bilenidir.
    İçkin varlık ise bilinen bilendir.
    Gizli oturuma geçişte incelenecekler;
    Bir sistem ve bu sistemin bir sürdürücüsü vardır. O sistemin saygıdeğer işçisi 'GARSON' vardır. Bu sistem bilinç ve imgeler dünyasıdır.
    İnsan sadece bu dünyaya kapatıldığında durumu daha iyi görsede durumu düzeltebilecek hale geçemeyecektir.
    Varoluş bir yüktür. Bu yükten kurtulmak ölümle dahi mümkün olmaz. Bu nedenle bunalım varlığın kendindeliğindedir.
    Varlıklar dünyasını(kapsamını) ele alan Sartre onların hiçlenişini ve birbirilerini ve kendilerini bunalıma sürükleyişlerini inceler.
    Bu noktada sistemin sürdürücüsü garsonun repliği kendini gösterir'' Bir yüktür nefes almak. İnsan nefes alır ve ne görür? Tunç bir Barbedienne Heykeli.'' Dünyadaki herşey insan için varolmuş olabilir. Garsonda insan zihninin bir ürünüdür ve tek bir insan için değil tüm insanlar için ortak düşünce ürünlerini söyler.
    Çoğumuz burayı bizim için bir tanrının yaptığını düşünürüz. Yada evrimsel süreçten bahsederiz. Başka bir düşüncede dünya ve evren kendi için vardı fakat bilinç sahibi olan tek varlığın insan oluşu bu dünyayı algılayıp algılanan konumuna getirdi ve başka bir nedensellik aramaktan uzak tuttuğunu savunur.
    Sartre'ın varoluşçuluğuna göre insan bilincini sahiplenir. Tanrı tarafından yaratılmış olsa dahi tanrıdan sorumlu değildir çünkü ondan bir parça taşımıyordur(taşıyorsa dahi bunu bilemez). Bu noktada varlık özden önce gelir. Özünü kendi yaratır insanın.
    Tanrı herşeyi önceden tasarlamış olsaydı da dahi süregelen bir algılanacaklar dünyasında insanları başbaşa bırakmaktan öte gidemezdi. Bu yüzden ne garson yakıcılığı odaya getirecek ne de insan varoluştan uzaklaşabilecektir. İşte bahsı geçen kapının açılması bu yüzden zordur. Belkide herşeye rağmen o kapıdan çıkmak, imgelemler ve gereklilikler dünyasından ötelere ulaşmak gerekmektedir.
    İnsan tehtid olarak algıladığı dünyadan kaçamaz. Mecburen ona göre şekillenir. Şeklinden dolayıda sisteme dahil olur ve sorumlu olduğu özü onu kendine bağlar. Özünden kaçamaz. İnsan cehenneminden kaçamaz. Varoluş ağırlığından dolayı, sürekli kendine kaçamaklar arar.
    Herkesin cehennem imgesi farklı olacağından, Garcin'in kükürt, odun yığını, ızgaralar vb. , İnes'in cellat, Estelle'ninse ona istemeyeceği bir şaka/tuzak yapılmasının arayışı herkesin ayrı ayrı bir cehennem algısını ve tavrını kesinleştirir.
    Cehennem kapılarındaki zebani yerine garson buluşlarıda, acı çektiren, cehennemde ateşe maruz bırakan tanrı algısının, sorumlu olduğumuz ve insanlara bunu yapmak için onları yaratmış kural koyucu varlıktır tanımını bozmak; tanrı kavramının saçma, gereksiz yada etkisiz bir hiç olması durumunu anlatmak için kullandığını söylemeliyiz. Tanrının var olup olmamasından ziyade önemli olan, insan olmanın farkına varmak yerine tanri için yaşamak düşüncesinin insanı yozlaştıran bir kavram halini aldığını bilmektir. Dolayısıyla insan, insana dayanamaz hale gelir.
    Eğerli bir düşüncedir oyunun iskeletini oluşturan cehennem betimlemesi. Yani Sartre, ölmeden ve böyle bir yeri görmeden orayı tarif etmiştir. İnsanlar bozulmuş yada anlaşılmamış din kitaplarından veya rivayetlerden oluşturdular cehennem algısını.Korktular. Gerçekte karşılaşılacak bir cehennemi kabul etmiş olsaydık ve o cehennem tamda Sartre'ın oyunda geçirdiği cehennem tasvirine uygun düşseydi bu ikilemden uzaklaşmamız mümkün olurdu. Bu noktada şunuda belirtmek gerekir: oyun asıl cehennemin dünyada olduğunuda yoğun bir şekilde bize anlatmaktadır. Zaten insan öyle bir cehennemdir ki yanmak bize bu cehennem algısını armağan eden insanların yanında az gelir yada zaten bu acıyı çekmemize neden olacak şey insandır. Bu din açısından bakıldığında da farksız olandır. Eğer yakılacak bile olsaydı insanlık, bunun nedeni insan karşısında insan ve insan içindeki bilinçtir.
    Sartre kurduğu bu distopik sistemde kapının açıldığında içerinin ısındığını söylüyor. Eğer tüm insanlar odalardalarsa dışarıda ki ateş ne ve kim içindir? Bu sorunsal yukarıda anlattıklarımıza destek vermektedir.
    Genel olarak ele aldığımızda, İnes'in dönemindeki asker ve burjuva baskısının ve kadınlara duyulan saygısızlığın, Estelle'in köşeli nefreti vb. , Garcin için Barbedienne Heykelinin ve dünyadaki diğer insanların(Hintliler, Çinliler vd. için cehennem algısına uygun düşen yerler)sorunlar/düşünceler açısından uygun düşmesi doğaldır.
    Sartre'ın varoluşun yükünün ölüm sonrasına taşıyan ve öldükten sonraki hayatı betimleyen oyununda, karakterler bir süre dünya ile bağ kurup geçmişlerinin ağırlığını taşımışlardır. Çünkü geçmişte yapılan eylem kesindir. Bitmiştir ve ölüm insanın belirlenmesi için kullanılmış sürenin sonudur. İmgelemler dünyasında bir çözüme gidilememiştir. Çünkü insan yaşamdaki rastlantılarından payını almış ve yaşamıştır. Artık değişerek kendinden kaçma şansını yakalayamayacağı bir yerdedir.
    Sartre tam bu noktada bir distopya yaratmış, insanı insanla sınamış ve cehennemin gereksizliğini ortaya koymuştur.
    Öte yandan insan kendi ve diğer insanlarla ilgili bazı yargılara varmakta güçlük çeker. Örneğin, bir soykırımın başını çeken kişilerden ya da maddi sınıfsal ayrımların adaletsizliğinden yakınır. En azından buna karşı koyanlar bile karşı koymak için geçen süreden yakınır. Bu durumda korkak-cesur, iyi-kötü yargılarına varmakta zorlanır. Adalet arar, eyleme geçer, sonuçsuz kalır, bunalıma düşer. Hayatın anlamsızlaştığı nokta budur. Bu düşünülebilir. İşte buyüzden yüzyıllar boyu bu düşünce üzerinden üretilen cehennem korkusu insanı kendine ve duyguların gerçekliğine yabancılaştırır. Takılan tavırlar, bu korkudan dolayı gerçekleşmek üzerinedir.
    Sartre'sa bu tavıra şu açıdan bakmayı ve bu noktada yoğunlaşmayı şeçer. Temele şöyle iner: İnsan diğer insanlar karşı dürüst ve hümanist tavırla yaklaşırsa bir adalet aramak gereksizleşir. Öte yandan insan özgür ve özgündür. Kısıtlanmak istemez. Her noktada karşılaşılacak engeller cehennem olmaya ve toplumsal sorunsallar olmasa dahi, bireysel kısıtlanmalara açık kapı bırakmaya meyillidir. Daha geniş açıdan ele alarak ilahi adaletin dünya üzerindeki gereksizliğinden, saçmalığın ya da rahatsız ediciliğinden şu şekilde bahsedebiliriz: İnsanın asıl sorunu insan olmayı ve doğmayı seçmeyişidir. Doğduğu ailelerden dolayı oluşan çevresinden yakınan birkaç farklı insan ele alalım. Sınıfsal ayrımlarının önemsizleştiği nokta(ister sokak çocuğu, ister zengin zümreden olsun) kendi hayatlarında ölene dek mutlu ya da tam istedikleri gibi yaşayamadıkları noktasıdır. Ve bu hiçbir zaman böyle olmayacaktır. Bu zıtlığın varolması bile(zengin-fakir) dünyanın adalet temelli değil, bunalıma ve cehenneme açılan bir kapı gibi sayılabilmesini mümkün kılar. Dini inanışlardaki haliyle adalet ölümden sonra dahi olsa istenmeyen dünya yaşanmış ve üstüne üstlük bazı insanlar acı çekmeye mahkum bırakılmış olacaklardı.
    Gizli Oturum oyununda ''İnsanın bir başka insan üzerindeki isteğinin gerçekleşmesi için istenilenin bir insan değil nesne olması yada kendine ait bir bilince sahip olmaması gerekirdi.'' İşte bu yüzden bir bilinç diğer bir bilinç için cehennemdir, kuralı yoğundur.
  2. KARAKTER ANALİZLERİ
    GARCIN
    30-35 yaşlarındadır. Rio 'da barış yanlısı bir gazetede yazı işlerinde çalışmaktadır. Bataklıktan kurtardığını söylediği ve sevmediği bir kadınla evlidir. Ülkesinde savaş çıktığında savaştan kaçarken yakalanır ve öldürülür. Özgürlüğüne düşkündür. Garcın ; zayıflıkları, korkuları ve kendi karakterinde çelişkileri olan bir karakterdir. Öyle ki savaş çıktığında ülkesinde kalıp fikirlerini savunmak kaçmayı tercih etmiştir. Garcın her ne kadar güçlü bir karakter olduğuna inanmak isteyip '' kahraman olduğunu '' öne sürsede eylemleri ona onun bir korkak olduğunu söylemektedir. Ani çıkışları ve fevri hareketleri olan bir karakterdir. Bulunduğu ortamda düzeni sağlamaya çalışır. Kontrolü her zaman elinde tutmak ister. Sürekli olarak kendi çelişkilerinden kaçmaya çalışan, zayıflıklarını örtmeye çalışan bir karakterdir. Orada bulunduğu süre boyunca hayatını bir düzene sokmanın peşindedir. Kendini korkak olmadığına inandırmaya çalışır. Bir korkak gibi ölmesi, bir korkak olduğu düşüncesi Garcın'ın cehennemi olur. Bu düşüncelerden kaçmaya çalışsada başkaları onun korkak olduğunu düşünürken bu mümkün değildir. Bu nedenle sürekli gazetedekilerin konuşmalarını dinlemektedir. Ancak istediğini duyamaz. Bu noktada Estelle ve İnes'e yönelir. Onları korkak olmadığına inandırabilirse cehenneminden kurtulacaktır. Estelle ve İnes de ona istediğini vermez. Bu durumda Garcın ın cehennemi olurlar. Garcın gazetede konuşulanlar ve odada bulunanlar arasında gel-git ler yaşar. Garcın kadınlara zaafı olan bir karakterdir ancak kafasındakilerle o kadar meşguldürki Estelle e karşılık vermez bu noktada Estelle in cehennemi olur. İnes Estelle i elde etmenin peşindedir fakat Estelle Garcın ı arzular. Bu noktada Garcın İnes in cehennemi olur. Garcın karısına yaşamı boyunca işkence eder fakat karısı ona asla karşı gelmez, tepki göstermez veya ağlamaz. Karısının bu tepkisizliği, sürekli ona bakan '' kurbanlık gözleri '' Garcın'ı deli eder. Çünkü karısında kendi karakterindeki zayıflığı olaylar karşısındaki tepkisizliğini hatırlatır. Zaten Garcın korkaklığını kabullenmemek, onu örtbas etmek için orada bulunmasının nedeni olarak karısını gösterir. Kısacası Garcın ; karakterinde çelişkiler bulunan , seçimlerinin sorumluluklarını üstlenemeyen , korkaklıkları ve kaçışları olan ancak yaptıklarından pişmanlık duymayan bir karakterdir.
    ESTELLE
    30-35 yaşlarındadır. Yoksul bir ailede küçük kardeşine bakarak büyür ve babasının zengin bir arkadaşıyla parası için evlenir. Zaatüreden ölür. Güzelliğine düşkün bir kadındır. Sürekli beğenilmek , arzulanmak ister. Dans etmeyi ve dikkat çekmeyi sever. Erkeklerin ilgisini çekmek ve girdiği her ortamda dikkat çekmek ister. Sorunları düşünmek yerine başka konulara odaklanarak onlardan kaçmayı tercih eder. Kocası dışındaki erkeklerle flörtleşir ancak bunu açık etmez. Onun için hiçbir şey konumunu tehlikeye atmaya değmez . Kocasıyla 6 yıl kavgasız bir evlilik yaşadıktan sonra Rocer'a aşık olur ve ondan hamile kalıp onunla kaçar. Estelle konumunu tehlikeye atmamak için bebeğini öldürebilcek kadar kendini garantiye alan bir karakterdir. O odadada ona bir erkek lazımdır ve bu kişi Garcın'dır bu nedenle ona yönelir. Ancak karşılık bulamaz bu durumda Garcın Estelle'in cehenemi olur. Onu Garcın'ın elinden almak isteyen İnes'in arzularınada Estelle karşılık vermeyerek İnes'in cehennemi olur.
    Kısacası Estelle ; güzelliğine ve arzulanmaya zaafı olan , paraya düşkün bir kadındır. Yaptıklarından pişmanlık duymaz. Konumunu korumak için herşeyi yapabilcek bir karakterdir.
    İNES
    25-35 yaşlarında hırslı ve çekici bir kadındır. Posta idaresinde memur olarak çalışmaktadır.Kadınlardan hoşlanmaktadır Erkeklerden nefret eder. Erkelerin her hareketi onu tiksindirir.Ani çıkışları ve agrasif haraketler vardır ancak bunun yanısıra amacına ulaşabilmek için sinsi ve zekice davranır. Okulunu bitirdikten sonra kuzeninin evine yerleşir , kuzeni ve sevgilisiyle yaşamaya başlar. Asla bir erkeğin ondan üstün olmasını kabulleneyen bir karakterdir. Bu nedenle kuzeninin elinden Florence'i almak için elinden geleni yapmış ve bunu başarmıştır. İnes kötü olmayı seçmiş bir karakterdir. Bir süre sonra kuzeni bir tramvay kazası geçirir ve ölür. İnes florence e hergün 'onu biz öldürdük' diyerek ona acı çektirir. Florence bir gün gaz musluğunu açarak ikisininde ölümüne neden olur. Orada onun için Estelle vardır ancak Estelle'in ilgisi Garcın üzerine yoğunlaşmıştır. İnes onun ilgisini üzerine çekmek için elinden geleni yapar. Ancak başaramaz. Bu nedenle Estelle ve Garcın onun cehennemi olur.
    Kısacası İnes; İstediğini elde etmek için elinden geleni yapan , hırslı ve erkeklerden nefret eden avcı bir karakterdir.
    GARSON
    Sistemin sürdürücüsüdür. Oraya gelenleri karşılar. Oradaki durum hakkında bilgi sahibidir. Garsonda insan zihninin ürünüdür ve tek bir insan için değil tüm insanlar için ortak düşünce ürünlerini söyler.