Kırmızı Pelerinli Kız

in #tr3 years ago

image.png

Bir zamanlar ormanın kıyısındaki bir kulübede küçük bir kız yaşıyormuş. Babasının kendi elleriyle inşa ettiği bu kulübede kızın canı sıkılıyormuş, çünkü ona şefkat gösterecek bir annesi yokmuş. Kızın babası evin geçimini ormandaki yaşlı ağaçları kesip satarak sağlıyormuş. Küçük kız ise gününü gerçek olmasını dilediği hayaletlerle konuşarak geçiriyormuş, çünkü babası konuşkan biri değilmiş ve evdeki hizmet robotunun konuşma yeteneği yokmuş. Ayrıca masallardaki tavşanlar çoğunlukla konuştuğu halde komşu ormandaki tavşanların konuşmuyor oluşu üzücü bir durummuş.

Küçük kız zaten korkusuzken bir de babasının aldığı nano-teknoloji ürünü pelerini üzerine geçirince bir süper kahraman özgüvenine kavuşmuş. Pelerin sert bir darbe aldığında beton gibi katı hale geliyor ve darbenin şiddeti arttığında içindeki küçük hava yastıkları açılıyormuş. Babası küçük kıza ormana giderken pelerininin başlığını başına geçirmesini tembihliyormuş, çünkü olası bir hayvan saldırısı veya ağaçtan düşme durumunda kızına bir şey olmasını istemiyormuş.

Küçük kız bir sabah kırmızı pelerinini giyerek evden çıkmış ve sarmaşıklarla kaplı ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başlamış. Ormanın içi o sırada kıvrılarak birbirlerinin içine geçen sis bulutlarıyla doluymuş ve mevsim sonbahar olduğu için kuru yapraklar ayaklarının altında hışırdıyormuş. Küçük kız burnuna gelen ıslak toprak kokusunu ciğerlerine çekerek ormanda epeyce ilerlemiş. Bu kadar ilerlemişken, demiş kendi kendine, ormanın diğer ucunda yaşayan ninemi ziyaret edeyim. Kırmızı pelerinli kızın ninesi babasıyla küs olduğu için uzun zamandır görüşmüyorlarmış. Gerçi ninesi pek de öyle özlenecek bir tip değilmiş; masallardaki huysuz cadılar gibi çirkin ve suratsız, filmlerdeki kötü adamlar gibi sinsi bakışlıymış. Küçük kız birileriyle konuşmaya o kadar hasretmiş ki o anda ninesiyle konuşmak ona iyi bir fikir gibi görünmüş.

Kırmızı pelerinli kız, çiçek toplayarak, kelebeklerin peşinden koşarak ve kuş seslerini dinleyerek ormanda ağır ağır ilerlerken karşısına bir kurt çıkmış. Hain kurt kısa bir duraksamadan sonra pelerininin sağladığı korumadan habersiz olarak küçük kıza saldırmış. Küçük kız bereket evden çıkarken pelerinin başlığını takmayı ihmal etmemiş. Yoksa maazallah doğrudan boynuna saldıran kurt kızcağızı oracıkta öldürebilirmiş. Hain kurt küçük kızı avlamaya çalışırken pelerinini ısırdığı için üç dişi kırılmış ve yaşadığı bu tuhaf yenilgi karşısında geri çekilmiş.

Kırmızı pelerinli kız ağzı burnu kan içinde kalmış olan kurda “Küçük kızlara saldırmak senin gibi kocaman bir kurda hiç yakışmıyor. Kendinden utanmalısın,” demiş. Hain kurt az önceki yanlış davranışından utanıyormuşçasına yere uzanarak başını patilerinin üzerine koymuş ve yaralarını yalamaya başlamış.

Kırmızı pelerinli kız içinden taşıp tüm benliğine yayılan bir konuşma arzusuyla “Şimdi avcı burada olsa karnını yarıp içine taş doldururdu. Böyle bir şeyin olmasını ister miydin acaba?” demiş.

Küçük kızın söylediklerini anlayamayan kurt bu sırada mahzun gözlerle çevreyi izliyormuş.

“Hal ve tavırlarından dersini almış olduğunu görüyorum. Ormanın bu bölümünde üç başlı yılanlar ve çocuklara saldıran sarmaşıklar olduğuna inanmıyorum. Yine de bir yol arkadaşı hiç fena olmaz. Yolda uslu durursan sana ninemin evinde yemek bile verebilirim. Küçük bir kızı yemeye kalkışacak kadar gözün döndüğüne göre karnın açıkmış senin.”

Kırmızı pelerinli kız bunları söyledikten sonra ormanın iyice karanlık olan kısmına doğru yürümeye başlamış. Kurtla fazla ilgili görünmese de kendisini takip ettiğini görünce içten içe gururlanmış. Bu sırada gökyüzünde bulutlar aralanmış ve ağaçların arasından süzülen ince ışık sütunları ormanın yüzeyine inmeye başlamış. Küçük kız doğru yöne gittiğinden emin olmadığı için yüzyıllık ağaçlardan birine tırmanmaya başlamış. Güneşe ulaşmak istermiş gibi, hiç duraksamadan ağacın en tepesine kadar çıkmış ve ninesinin evinin kuzeyde kaldığını tespit etmiş.

Ninesinin evine yaklaştığında ortalık kara bulutlar yüzünden karardığı için küçük kız adımlarını sıklaştırmış. Eskiden hain iken şimdi gayet uslu bir görüntü çizen kurt ise küçük kızı sekiz on metre kadar geriden takip ediyormuş.

Nihayet ormandan çıktıklarında karşılarına geniş bir çayırlık ve küçük kızın ninesinin duvarları parıldayan evi çıkmış. Uzun çayırlar kararmış gökyüzünün altında tekinsiz bir biçimde dalgalanırken küçük kız ürpermiş. Ninesinin evinin inşasında kullanılan ışıltı taşları gün boyu güneş ışınlarını depoladıkları için ışıldamaları doğalmış belki ama küçük kız o taşların yeşile çalan renklerinde bir uğursuzluk işareti görüyormuş. Kırmızı pelerininin başlığını yoklayarak düzgün olduğundan emin olmuş ve çayırdaki yürüyüşüne devam etmiş. Kırmızı pelerinli kızın ninesi bu sırada gökteki kara bulutların koyulaştırdığı penceresinden evine yaklaşan konukları izliyormuş.

Evin kapısı çalınmasına gerek kalmadan açılmış ve nine küçük kızın karşısına askerlerin kullandığı türde bir dış iskeletle çıkmış. Küçük kız ninesinin yüzündeki meymenetsizliğe şimdi mağrurluk ve çılgınlık tonlarının eklendiğini görünce fazlasıyla korkmuş. Hatta kurdun saldırısı sırasında bile soğukkanlılığını koruduğu halde altına kaçırmaktan kendisini alamamış. Gözü dönmüş nine küçük kızı kolundan tutup bir kuş gibi uçurarak içeriye almış ve kapıyı öyle sert bir biçimde kapamış ki neredeyse menteşeleri yerlerinden çıkacakmış. Ninesi çelik kollarıyla kırmızı pelerinli kızı sandalyeye bağlarken bir yandan da istemsizce titriyormuş.

“Ne oldu sana böyle nineciğim, beni korkutuyorsun,” demiş küçük kız.

Bu sırada nine dış kapının önünde birilerinin gürültü yaptığını duymuş ve üzerine iki beden büyük gelen dış iskeletinin içinde kapıya yönelmiş. Kapı açıldığında hain kurt hırlayarak ninenin üzerine atılmış, ancak bu saldırı ninenin kurdu sol koluyla bloke etmesi ve sağ ayağıyla tekmelemesiyle son bulmuş. Kurt dış kapının önünde bir süre acı içinde uğunmuş ve eve arkasını dönerek bedbin bir halde ormana doğru yürümeye başlamış.

Kurdun beklenmedik saldırısı sonucunda ruhsal dengesi iyice bozulan nine bir sinir krizi hali içinde çığlıklar atmaya başlamış. Kontrolden çıkmış sinirlerinden kaynaklanan şuursuzlukla küçük kızı bağlı olduğu sandalyeyle birlikte havaya kaldırıp karşı duvara fırlatmış. Yaşanan şiddetli çarpışma sonucunda ahşap sandalye paramparça olmuş ve küçük kızın pelerinindeki minik hava yastıklarından birkaçı patlamış. Küçük kız ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra bedenini saran halatlardan kurtulduğunu fark etmiş ve bu durumu oradan hemen sıvışmak için kullanmak istemiş. Nine geçirdiği sinir krizi nedeniyle bedeni zangır zangır titrediği halde, şüpheci tabiatının da yardımıyla torununun yolunu kapamayı başarmış.

“Nineciğim senin yardıma ihtiyacın var. Eğer izin verirsen buraya bir doktor getirebilirim,” demiş küçük kız.

Ninenin ağzını oynatmasından torununa bir şeyler söylemeye çalıştığı belli oluyormuş ancak ağzından sözcükler yerine köpükler çıktığı için iletişim çabası sonuçsuz kalıyormuş. Gerçi kırmızı pelerinli kız yüz ifadesinden söylemeye çalıştıklarının pek de matah şeyler olmadığını anlayabiliyormuş. Küçük kız bunca yolu sohbet etmek için geldikten sonra başına gelen bu olaylar yüzünden üzgünmüş. Bir an için kendisini Türk işi bir melodramın baş mağduru olarak görmüş olsa da çabucak toparlanmış ve koşarak kendisini ninesinin evinin penceresine doğru fırlatmış. Başını bir koçbaşı gibi cama çarptığı anda pelerininin kumaşı sertleşmiş ve kırmızı pelerinli kız kırılan camlarla birlikte evin bahçesine düşmüş. Düştüğü yerden hızla doğrulup kalmış ve ufukta dantel gibi bulutların örttüğü incecik bir hilal ayın doğduğunu görmüş. Rüzgârda dalgalanan çayırlar arasında ormana doğru koşarken son bir kez dönüp ninesinin evine bakmış. Işıltı taşları şimdi yeşilden çok sanki sarıya çalan bir renkte parıldıyormuş.

Bir süper kahraman özgüvenine sahip olan küçük kız üç başlı yılanların, çocuklara saldıran sarmaşıkların ve sincapları tek lokmada yutan ayıların cirit attığı karanlık ormanda tek başına yürürken marifetin pelerinden çok kendisinde olduğunu düşünmüş. Çözemediği tek problemi çevresinde sohbet edebileceği bir canlının bulunmamasıymış.

Küçük kız eve döndükten sonra olanları babasına bütün ayrıntısıyla anlatmış. Babası robotik traktörüne atlayarak şehre gitmiş ve eve iki gün sonra dönmüş. Meğer ninesi küçük kızın korktuğu gibi bir köpek tarafından ısırılıp kudurmamış, şehirdeki gençler arasında popüler bir uyarıcı olan Mavi Ateş’ten kullandığı için çılgınlaşmış. Mavi Ateş ninesinin demans yüzünden hırpalanmış beyninde uzun süren bir sinir krizinin gelişmesine yol açmış. Nine birkaç gün hastanede kaldıktan sonra evine dönecekmiş, yüzünün her zamanki gibi asık ve dilinin zehirli olması dışında bir problemi yokmuş.

“Bu arada unutmadan sana şehirden getirdiğim hediyeyi vermek istiyorum,” demiş babası. Hediye lafını duyunca küçük kızın ağzı kulaklarına varmış.

Babası cebinden çıkardığı salyangoz kabuğuna benzeyen cihazı küçük kıza göstererek “Bu bir hayvan dili çeviricisi; çıkardıkları sesleri ve beden dillerini yorumlayarak hayvanların ne demek istediklerini anlıyor, sonra da sana söylüyor,” demiş.

Küçük kız hayvan dili çeviricisini babasının elinden kaptığı gibi kulağına koymuş ve doğruca ormana koşmuş. Şimdi hayaletlerin yanı sıra tavşanlar ve diğer hayvanlarla da konuşabiliyor olmaktan dolayı çok mutluymuş.

Görsel Kaynağı: pixabay.com