Birkaç saat önce yeni bir diziye başladım. Küçük bir kızın hikayesini izliyordum. Sanki o kızın hevesinin gerçekleşmesi dünyadaki en önemli şeydi. O dünya bu dünya değil ama! Sadece duyguların dünyasında küçük bir kızın mutluluğu bu kadar değerli olur. Tahmin ediyorum: İzleyiciler başka hiçbir şeyi umursamadan küçük kızın mutluluğunu istemiştir. Ben de diziyi izlerken karar verdim: Heves, sahip olduğumuz en saf duyguydu. Çünkü bizi gerçek dünyadan en çok koparan oydu.
Ben heves edince konuşurken saçmalarım ve saçmalamamı toparlamaya çalışırken daha çok batırırım. Eğer heves ettiysem, istediğim şeyi başka hiçbir şey ile kıyaslamam. Sıklıkla bulunduğum dünyada bu fikirler aptalca olabilir ama şu an epey makul görünüyor bana.
Mentollü sigara sevmeyen ve sigarayı bırakmış birinin günden en büyük beklentisinin mentollü sigara içmek olması bana pek mantıklı gelmiyor. Size de gelmiyor. Hatta “güzel güzel okuyorduk ne saçmaladın” dediğinizi duyar gibi oldum. Heves ederseniz işte bu kadar saçma olur. İşin güzel yanı ne kadar saçma olduğu da umurunuzda değildir.
Gerçek dünya ise hevesler konusunda her zaman çok anlayışlı değildir. Bazen en büyük hevesler kursakta kalmaya mahkumdur. Dünya, senin için “yapılacaklar listesi” belirlemiştir ve heveslerini araya sıkıştırmaya yer yoktur. Listeyi eritmeye çalışırken de hevesinin kaybolduğunu görürsün. Tek suçlu dünyadır? Mı? Dünya mıdır?
Dizideki küçük kızın hevesinin gerçekleşmesi bende inanılmaz bir tatmin duygusunu beraberinde getirdi. Dediğim gibi; sanki dünyada daha önemli bir şey yoktu. Belki de kendi hayatlarımıza biraz yukarıdan bakarsak (dizi izler gibi) aynı sonuca varırız. Heveslerimiz, yapmamız gerekenlerden çok daha önemli görünür. Böylece başka yolu olmadığını düşündüğümüz birçok şey için yeni yollar bulabiliriz.
Eğer heves ettiyseniz artık bahsettiğim küçük kızdan bir farkınız yoktur. Çünkü heves etmenin saflığı her insanda aynıdır.