Keyifli Şeyler 2

in #tr4 years ago (edited)
Dün bir arkadaşım birkaç fotoğrafını yollayıp birini seçmemi istedi. Benim estetik algılarıma güvendiği için üzüldüm ama seçeneklerin hiçbirini de beğenmedim. Profilinde var olan eski fotoğrafın kalması konusunda ısrarcı oldum. Değişim zamanının geldiğine inanan arkadaşım biraz daha sıkıştırınca “eski fotoğrafındaki gibi gülememişsin hiç napayım” dedim.

“E o zamanlar mutluydum Doctor!”

ayrac1.png

Merhaba sevgili okuyan. Kendime verdiğim söz itibariyle son üç günde yazdığım hiçbir şeyi paylaşmadım. Çünkü sadece toplumla kavga eden, eleştiren bir insan olmak istemiyorum. Bu ülkenin “boş muhabbet yapabilme kabiliyetimi” de elimden almasına izin vermeyeceğim. Dolayısıyla araya serpiştirmek istediğim pozitif yazılardan birinin zamanı geldi. Tabii bu dönemde pozitif bir içerik yazmak daha zor. O neden geçmişten bir hikayeyle giriş yapayım : )

Kaynak

Yıllar önce, tanıştığım bir hanımefendiyi hoş bulmuştum. (Kendisine Ecem diyelim.) Fakat tanıştığımız gün edebildiğimiz sohbet oldukça kısıtlıydı. Neyse ki sosyal medya var! Pek havalı bir çocuk olmadığım için eve gider gitmez Ecem’i takip ettim. Sohbet ederken de rahat konuştuğumuz için çok geçmeden ilk buluşma talep formunu oluşturup kendisine yolladım. Yanlış hatırlamıyorsam ertesi güne sözleşmiştik.

Ertesi gün okula gittim. Arkadaşlarla sohbet ederken Monty Hall probleminin konusu açıldı. Önceden bildiğim için problemin çözümünü açıklamaya çalıştım fakat matematikçi arkadaşlar verdiğim cevaba karşı çıktı. (problemin cevabına zamanında tüm matematikçiler karşı çıkmıştı) Epey uzun bir tartışmaya rağmen hala ikna edemediğim arkadaşlarım vardı ama artık okuldan çıkıp Ecem ile buluşmak üzere Kadıköy’e geçmeliydim.
Yarım kalan bir tartışmayı yanıma alıp Ecem ile sözleştiğimiz yere oturdum. Çok geçmeden o da geldi. Birkaç basit sohbetin ardından okulda yaşadığım tartışmanın konusu açıldı. Tabii konudan bahsedince de doğal olarak sonradan herkesin pişman olacağı o soru geldi: “Ee peki Monty Hall problemi ne?”

İlişki konusunda uzman değilim ama ilk buluşmada bir matematik problemi üzerine saatlerce tartışmak sanırım iyi bir fikir değil…

Konuya girdikten kısa süre sonra yanlış başlığın konuşulduğunu fark ettim. Ecem’in gözlerindeki telaşın da farkındalığıma katkısı oldu tabii. Fakat Ecem de fazlasıyla ısrarcıydı. Problemi anlamak onun için bir şekilde gurur meselesine dönüşmüştü. İki saatin ardından, elinde tuttuğu kalemi hangi gözüme sokmak istediğine karar vermeye çalışıyordu.

O gün beyhude çabalarımızdan sonra olaysız dağıldık ve nihayetinde Ecem ile arkadaş olduk. O berbat ilk buluşmadan sonra arkadaş olabilmemiz bile bir mucizeydi. Yine de başardık. Geçen sene bu zamanlar da bana bir video yolladı. İzlediği diziyi kayda alıyor ve az sonra atacağı kahkahayı hissettiren sesler çıkarıyordu. Merakla izledim. Dizide karakterin biri sevgilisini üçüncü bir şahsa şikâyet ediyordu. Birkaç cümleden sonra karakter iyice sinirleniyor ve şöyle söylüyordu:
-Buluşma gecemiz boyunca Monty Hall adında aptal bir problemi anlatıp durdu!
Tabii bu cümlenin gelişiyle beraber Ecem de kahkahayı basıyor ve beni utancıma daha hızlı ulaştırıyordu.

Hakkettim.

Size de Monty Hall anlatayım mı?

Kaynak

Birkaç rezil hikayem daha var aslında ama bir anda hepsini vermek olmazmış. Bazı arkadaşlarım sağ olsunlar ara ara beni uyarıyorlar. İnsan ilişkilerinde kartlarımı çok açık oynuyormuşum. Sahi insanlar neden bu kadar tribe girer hiç anlamam. Gizemli olmak, gözleri kısmak, kendinden az bahsetmek… Bunları bilinçli olarak uyguluyor insanlar. Oysaki ben kişileri tanıdıkça sevenlerdenim. Dolayısıyla kendime ihanet etmemek adına karşımdakine de merak ettiği ölçüde her şeyi anlatırım. Tabii sonuçları baz alırsak arkadaşlarım haklı gibi duruyor : )
Yani lahana turşusu gibi her sorulanı anlatmamak gerekiyormuş.

Hiç öyle bakmayın. Teşbihte hata olmaz sözü bana ait değil. Genellemeselermiş bana ne!

Bu arada genelleme demişken, bir arkadaşım genellemelerle kavga etmek yerine onlarla eğlenmeyi tavsiye etti. Bir bakıma taşlama sanatıyla olaya yaklaşarak kendi akıl sağlığımızı korumayı öğütlüyor. Ey koca yürekli Uğur… Sen kimsin ya?

Ah bin sekiz yüzlerin İngilteresi… Nasıl da ilham oldun hepimize.

ayrac1.png

Mor rengine özel bir ilgim olmasa da mor seven insanları seviyorum. Bir keresinde dışarıda otururken istemeden yan masaya kulak misafiri olmuştum. Mor mürver asa arayan bir kadın vardı. Kim olduğunu bilmiyorum ama bilmeyi çok isterdim. İsteklerini ve ilgilerini ne kadar da güzel yönetiyor. Her gün dünyanın deliliğiyle uğraşacağına İskoçya’da tren seyahati yapan bir kadının dünyasına renk getirmeye çalışıyor. Hem de mor!

Zaten eğlenmek için hep kendi verdiğimiz değerleri kullanmıyor muyuz?

Bazen kendimi evde “smelly cat” söylerken buluyorum.

Dışarıda birçok insan desteklediği takımın başarısını büyük bir sevinç ile kutluyor.

Bir ünlü, sadece mütevazı olduğu için bile büyük sevgi gösterileri ile karşılaşıyor.

Bazen filmdeki bir repliğin hayatımıza yön verdiğini söylüyoruz.

Tüm bunlara bakınca aslında bir şeyin değerinin ne kadar da bakış açımıza bağlı olduğunu görüyorum. Friends izlemeyen bir insan için smelly cat ne kadar anlamlı olabilir ki? Sporla ilgilenmeyenler için şampiyonluk? Değer verdiğimiz her şey düşündüğümüz kadar değerli mi?

Evet tam olarak düşündüğümüz kadar değerli.

doc-son.png

Sort:  

Monty Hall'un bize gösterdiği, matematiksel doğrularla hayatı işletemeyeceğimizdir. Hayat daha çok murphy ile işlemektedir. Gidersin Ecem'e ilk günden MH anlatadurursun, sonra dizilerde karşına çıkadurur işte.

3 kapıdan biri gittiyse, duygularına güven ve kararlı ol, seçiminden vazgeçme. Yoksa değiştirip seçeceğin kapının da gözünde değerli olmazsın ama değiştirmesen de olmazsın çünkü kapılar düşünmez. Düşünmeyen de senin dediğin gibi değer atfetmez. Kapı kapıdır; ya açarsın ya da kapatırsın.

Ha üçüncü bir yolu yok mu dersen, tabii ki var; kıradabilirsin ama unutmaki kırdığın şeyi tamir etsen bile artık eski halinden farklıdır yani değişmiştir. Bu durumda kırdığın kapı değiştirdiğindir, o zaman hayatta kıra kıra kazanabilme şansın artar diyebilir miyiz? Bence Monty Hall gereği diyebiliriz. Kırdıkça kazananlar, kırmamaya çalışıp kaybedenlerden fazladır zaten. Belki bu da bir nevi doğal seleksiyon gereği doğanın dayatmasıdır. Bıktım bu doğanın dayatmalarından.

Ah bin sekiz yüzlülerin Birleşik Krallığı... Nasıl da şeettin öyle.

Belli aralıklarla girip okunacak bir yorum olmuş sevgili Özgen :) Murphy ayrı kırdı doğal seleksiyon ayrı kırdı bizi. Hayır artık işini iyi de yapamıyor bu seleksiyon. Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayılıyoruz gibi bir durum oluşuyor. Kolektif yaşam bizim bozdu. Kırmamaya çalışıp kaybedenlere selam söylememişsin onu da ben ekleyeyim.